‘
kurdum saatleri soyunup gecelerin sergüzeştine
alıştım en korktuğum şeylere bir’er bir’er tanem
bazen uçsuz bucaksız doğu bozkırının sus’unu yaran ekspres tren
ba’zen alabildiğine uzanan ege kumsalını okşayan
gel git dalgası
melteme eş’lik eden
hisarköy’ün kır kahvesinde yudumladığın bayat çayın dudağımdaki acısı
yahut şimdi adlarını bile hatırlamadığım
belki yorgun belki meraklı belki kayıp
belki mahmur belki arsız belki daha uyanmamış
belki ayık belki bağımlı belki mazbut
belki tanıdık belki el belki pespaye
ama asla eskimeyen o yüzler
ve ba’zen, yalınayak ama arşın arşın işlediğim
zihnimin en ince kıvrımlarında an be an yüreğimi döktüğüm
ama gözlerim pus
ama dudaklarım mühürlü
kulaklarım lal
kaybolduğum nice sokağı şehr-i aziz’in…
gündüzler senin yar’im
kaybetmek diye bir şey yokmuş
çün’kü
bir tütsünün dokunuşu gibi derinden havaya karışır bu sus
çöker insanın ciğerine boğazına yapışır yakasına
çalar en küçük en bilinmez en hassas en ağır varlığını
bazen zamansız olur bazen yayılır bütünden yavaş yavaş
ba’zen bir tebessüm olur yüzüne askıntı
bir kahkaha bir na’ra
bir demet gözyaşı bir tutam hıçkırık
bir bakış bir söz bir susuş
ba’zen
en eski dostun olur kendinden bile sakındığın
belki en büyük korkun yitirdiğin şey’lerin peşi sıra
çocukluğundan bir sırdaş
arada bir kapını çalan güzel bir anı
bir cenaze alayı vapur düdüğü durak sohbeti
cuma hutbesi pazarcı tezgahı sokağın gürültüsü
keman sesi semaverin dumanı
bel’ki hiçbiri
bel’ki hepsi
bel’ki zamansız olur uyanışı eşref-i mahlukatın…